Siz benim böyle lay lay lom yazdığıma bakmayın, çok kolay sinirlenen bir tarafım var. Bu tarafım öylesine gizli, öylesine sinsi saklanıyor ki, ben bile unutuyorum sinirli olduğumu. Sonra durup dururken, sakin sohbet ederken, aslında ortada bir şey yok görünürken, aklım bir yere takıldıysa, veya konuşurken üst üste, durmadan sözüm kesilmişse, ya da mesela daha önce de tartışılan bir konu yine tekrar, tekrar, tekrara girmişse, PAT birden ortaya çıkıyor sinirim, alevleniyorum son sürat.
Bazen tek bir kelime yetiyor. Yetmediği zaman, bu kez ben tekrara giriyorum, makineli tüfek gibi TAKIR TAKIR, dur durak bilmeden. Ortam yabancıysa, tanıdığım kimse yoksa hiç çekinmeden savunuyorum hakkımı, ama tanıdıklarıma kızmışsam, savunmamı çoğu kez başarısız buluyorum. Çok sinirliyken kendini ifade etmek çok zor, tıkanıyorum. Ağzımdan hiç istemediğim bir şey çıkarsa, öfkemin ardına sığınıp karşımdakini kırar, yaralarsam diye ödüm kopuyor. Karşımdakinin canını acıtmak istemiyorum.
Ben can acıtma, bilerek kırma, lafını esirgememe isteğini 14 yaşında bıraktım. Nasıl bıraktığımı çok iyi hatırlıyorum. Çok gençtim, çevre edinme, gruba dahil olma, grup içinde popüler olma durumları çok önemliydi. Popülerliğin ölçüsü lafı gediğine koymak, hazır cevap olup, ön plana çıkmaktı. Bu yöntemi -hırçın bir şekilde- bir kaç ay denedikten ve hatta başarılı da olduktan sonra, yeni halimden hiç hoşlanmadığıma karar verdim. Bıraktım en son cümle savaşını, hoş geldin kalp kırmama çabası, hoş geldin Pollyanna.
Aile dışı çevremde “Sen de hep iyi tarafını düşünürsün, bulmaya çalışırsın”larla büyüdüm, genelde “Seni bile kızdırdılarsa, kesin çok ayıp etmişler”le devam ediyorum. Sanırım çoğu zaman sinirli olmakla kırıcı olmak arasındaki ince çizgide kaybolup ürküyor, zararı en aza indirgemek için olabildiğince hızlı kendi içime çekiliyorum.
Aile içinde durum daha farklı, orada bir türlü aşılamayan peşin hükümler var. Neden bilmem bizde genelde olumsuz nitelikler dile getirilir, iyi nitelikler zaten vardır, parlatılmasına gerek duyulmaz. Tam da o yüzden aile sınırlarında çok daha çabuk sinirleniyorum, daha tahammülsüz oluyorum. İşin garibi, hala en çok oradaki öfkeler sarsıyor bedenimi.
Şimdi olumsuz nitelemeleri kızlarıma yansıtmama çabam var, negatif besleme yapmak istemiyorum, parlatma oranının her zaman fazla olması için özeniyorum. Sadece kendileriyle rekabet etmelerini, meraklı yetişmelerini istiyorum. İlişkimizde asıl onlar için önemli olanı, akıllarından geçenleri duymaya, hayallerini dinlemeye vakit ayırmak istiyorum. Her ne olursa olsun, her zaman yanlarında, tam omuzlarının arkasında olduğumdan emin olmaları benim için önemli. Zaman hızla akıyor, birlikte geçirebildiğimiz zamanlar benim için kıymetli, bu zamanları onlar için de değerli kılmak istiyorum.
Sakin ve sınırlı sinirlilikle yetişmelerini, nerede, kiminle olursa olsun gerektiğinde açık bir şekilde kendilerini ifade edebilmelerini istiyorum. Aksi takdirde sinir yuttukça kaybolmuyor, gizleniyor, fırsat kolluyor ve kimseye faydası olmayacak şekillerde dolanıyor hayatımızda.
Ah o hazırcevaplığın matah birşey sanıldığı ergen zamanlar..Dediklerini çok iyi anlıyor, duyuyorum, eline sağlık. Öfke hepimizin içinde var, sebepli ya da sebepsiz fışkırabiliyor. Öte yandan ulu orta, gerekli gereksiz patlamasın diye baskılamak da sağlıklı değil. Ya da yokmuş gibi davranmak. Öfkeyi kontrol edebilmek bir değer, onu yaratıcı birşeye dönüştürmekse erdem belki. Öfkelenince seramik yapmayı denedin mi hiç? Neler oluyor, ne çıkıyor merak ediyorum öyle bir zamanda ellerinden. 🙂 Benim en iyi yazılarım köpürdüğüm zamanlarda çıkabiliyor. Bazen birebir, bazen o an akıtılıp sonra başka birşeye devşirilerek. Olumsuz eleştiri ve bakış açısı meselesi toplumsal genlerimizde var. Farkına varıp olumluyla olumsuzu dengelemeyi seçmekse bireysel. Sevgiler..
Çok teşekkür ediyorum. Seramik deniyorum, bu tür zamanlarda isteksiz başlıyor, son derece rahatlamış ayrılıyorum çamurdan ama henüz farklı bir şeye dönüşmüyor, zamanla umarım fark eder. Eleştiri, sadece eleştiri, parmak oynatmadan eleştiri feci bir hastalık, akla zarar bir köstek mekanizması ve işte gör ne haldeyiz ..
Bir sinir bu kadar anlatılabilirdi 🙂 Ne kadar güzel açıklamışsınız yaşadığınız hisleri! Bırakın bu duyguları böyle güzel tanımlayabilmeyi ve yaşadığım değişimin bu denli farkında olmayı, ben ergenlik dönemimi hatırlamıyorum bile. Hiç yaşamamışım gibi.
Şu aile işi en yıkıcısı oluyor gerçekten de. Tüm dünyaya meydan okuyabilen, her durumda dik durmayı başarabilen güçlü ve heybetli bir yelkenliyken yakınınızdan gelen öfkeli bir rüzgarla alabora oluveriyorsunuz 😦
Elinize sağlık. (Emerson’n sözüne de ayrıca bayıldım.)
Teşekkür ederim 🙂 aslında bağıra bağıra da anlatabilirdim haha