Yaş 23, ilk kez çadırda kalıyorum.
Sırılsıklam aşığım, dünyanın başka bir ucunda, Alaska’dayım, yer gökle bir olmuş, kalbim tüm bedenimi kaplamış, bol yürüyüşlü, ateş yakmalı, gökyüzünde aurora borealis izlemeli, doğanın göbeğinde, ıssızlık iliklerimde. Güm güm güm… uyku tulumuna girip üşümemek için fermuarı sonuna kadar çekip kapüşonumun iplerini sıkıyorum, kendimi burnumun ucuna kadar kapatıyorum. Güm güm güm… kalbimin sesi, uykuya dalmak üzereyim, tüm günü, mutluluğumu zihnime hiç unutmamacasına kazıyorum. Güm güm güm… Hayat ne şahane. Güm güm sızmak üzereyim, dalmadan önce çok da umursamadan son sorum da hatırama ekleniyor. “Ayı falan var mıdır buralarda yaw!”
Sonra yıllarca, hep çadır, hep kamp istiyorum, olmuyor olamıyor, belki yeterince istemedim, kimbilir. Artık yaş 50, istesem de yerde yatmak konforlu olmaz herhalde derken şansım dönüyor, Özlemler biz daha İstanbul’da vize beklerken “karavan alıyoruz” dediklerinde kalbim çıt ediyor!
Avustralya’ya geldiğimizde, 4 gün süren rezil yolculuk ardından havalimanında kavuştuğumuzda, onlar da ilk kamplarında, dolayısıyla direkt karavan’a ışınlanıyoruz. Yeni kıtada gözlerimizi kamping alanı umumi duşlarında açıyor, jetlag’i üzerimizden bir güzel akıtıyoruz.
Karavan hayatı şahane, burada biraz da fazla şanslı olduğumu belirteyim, bizimki lüks. Çift kişilik yatak, mutfak, duş, tuvalet, 3 kişilik ranza bir de ortada oturma alanında da yatak kapasitesi var. Hemen her şeyi olan tekerlekli evcik. Dolayısıyla büyük! Yönetimi çok kolay değil, olsun biz hırslıyız, bugüne bugün 2 ay içinde 4. kamp tecrübemizi yaşıyoruz, Dodomun değişiyle “çok yoğun oynuyoruz! Her yeni yola çıkışta biraz daha pratiklik ve hız kazanıyoruz.
Avustralya’da kamping için çok fazla alan var, sistem oturmuş. Yer ayırtıp, gidip kiraladığın alana yerleşip hemen su ve elektriğe bağlanıyorsun. Karavan yaşamı son derece basit ve zevkli. Bizim karavanı araba çekiyor ve araca bağlama, özellikle park etme, yerleşme konuları ekip işi, oldukça zor. Düz park etme, karavanın genel iç eğimini düzeltme (burada ölçme ve takozlarla dengeleme devreye giriyor) sabitleme (4 kenarda düz ayakları açmak gerekiyor), su borusu, atık su borusu, elektrik bağlama, güneşlik/yağmurluk tentesini açma, sandalye ve masaları çıkarma genelde 40-60 dakika alıyor. Her seferinde daha kolay ilerliyoruz. Wilson’s Prom gezimizde bizim karavan alana büyük geldiği için off-grid yani su ve elektriğe bağlanmadan park etmiştik. Park aşamasında bir ara araçtan karavanı ayırınca karavan arkaya kaymaya başladığında Koray hızla karavanın önündeki el frenine atılana kadar ben otomatik olarak karavanla birlikte arkaya koşmuşum. Her şey sabitlenince çok güldüler arkadan mı tutacaktın diye 🙂 nasıl refleks ise sanki fren karavanın içinde gibi mi geldi nedir koşmuşum işte. Şükür kazasız durduk.
Kamp alanlarında 3 önemli izlenimim var:
1) Burada tuvaletler kokmuyor. Her bir kamp alanında toplu duş ve tuvalet alanları var. Bizdeki gibi hiç uzaktan koku takip edip tuvaleti bulmak, iğreti hareketlere içeri girmek gerekmiyor. Duşlar temiz, tuvaletler temiz. Yerde kağıt atık vb hiçbir şey yok. Pis yer bezi, nem, ekşimsi genel tuvalet kokusu vb hiçbir şekilde koku sorunu yok. Sabah kalkıp tuvalete bir yürüyorsunuz yanınızda pijamalı, saçları karışmış uykulu kadın ve çocuklar günaydın diye gülümseyerek sessiz sakin eşlik ediyor, çişler yapılıyor, yüzler yıkanıyor, dişler fırçalanıyor, herkes kullandığı alanı temiz bırakıyor. Demek mümkünmüş bayılıyorum medeniyete!
2) Kamp alanları oldukça dolu oluyor. Yanınızda, karşınızda, arkanızda bitişik nizam, sizin gibi kampçılar yerleşmiş oluyor. Herkes karavanının yanına dış alana masalarını kurup yemeğini dışarda organize ediyor. Ancak burada bangır bangır müzik, gürültülü sohbet, uzun uzadıya içkili mangal muhabbeti yok. Herkes saygılı, gün yürüyüşle, yüzmeyle, hareketle geçtiği için herhalde insanlar yoruluyorlar mı nasıl bilmem ama sakinler. Çatal bıçak sesleri bile sınırlı, çocuklar çok olmasına rağmen yapma çocuğum yok, zırlama ciyaklama yok, “anneee” yok. Dolayısıyla akşamları uykuya dalma konusunda zorlanma da yok 🙂
3) Çok çeşit kampçılar var. Araca bağlanan boy boy karavanlar ve çadırcılar dışında mesela gençler arabayla gelip tüm gün sörf yapıp kamp alanında masalarını kurup takılıyorlar sonrada tekli uyku tulumu sığacak genişlikte tırtıl gibi yere mıhladıkları çadırlarına girip uyuyorlar. Bir de jucy diye boy boy karavan kiralayan bir firma var. Logosunu pek çok orta boy arabada görüyorum. Kiralayıp araçla konaklamalı seyahat etmek de çok zevkli görünüyor. Bu arada şimdilik hiçbir alanda güvenlikle ilgili endişe yaşamadım onu da belirteyim.
Bizim karavanda benim yatağım 3 kat ranzanın en altındaki. Yerde yani. Her akşam komando usulü yatağıma girip koza gibi kapsül bir alanda uyuyor, sabahları sürünüp esneyerek dar koridora kendimi kaydırarak çıkıyorum. Yaş falan şimdilik etkilememiş çok memnunum yatağımdan, kampçıyım ben!
Bugün yeni Anglesea’den döndük. Önceden yazamadığım Torquay ve Anglesea’den de hızlıca özet geçip fotoğrafları eklemek istiyorum.
Torquay Melbourne’un batısında arabayla 2 saat uzaklıkta surf plajlarıyla ünlü derli toplu, biraz yazlık biraz Kaliforniya havasında bir kasaba bence (nüfus 18.500müş). Plajları çok ünlü, dalgalar güzel, her yer sörfçü.
Anglesea de aynı yönde 2 saat uzaklıkta daha da minik bir kasaba. Plajı kocaman, dalgaları şahane, okyanusa dökülen bir de nehri var pek güzel. Her iki alanda da sadece sörf değil eğlence. Uzun yürüyüş rotaları, doğal parklar var. Bu hafta sonu da kanguru, ekidne (buraya özgü bir tür kirpi), tavşan, ghala (buraya özgü pembeli papağanlar) gördük mutlu olduk.




















Bir Cevap Yazın