Benim listelerim bitmez. Her yıl maddeler halinde gezi alanları çiziktiriyorum, son 3 yıldır, her yıl, yazın göbeğinde “Lavanta peşine düşmek lazım!” diye sızlanıp duruyorum.
Bu sene aileyi, yetmez bir de arkadaş aileyi kandırdım. İyi ki de kandırmışım, harika bir gezi oldu.
8 kişi, Cumartesi sabah erken (5’te) çıktık yola. Kemo bize araç buldu, hepimiz bir minibüse doluştuk. Kalabalık olunca yolculuk da neşeli, gülüşmeli geçti.
12:30’da Pamukkale’de termal otelimize yerleştik. Çocuklar hop suda. Dışarısı 38 derece, termal su 40, normal havuz 35 derece! Ben biraz girip çıktım, çocuklar suda kaldı 😊
Doğa Termal Spa Otel’de kalıyoruz, pek düzgün, temiz, odalar ferah. Havanın biraz serinlemesini bekliyor ve gün batımını yakalamak için saat 6’da Hierapolis ve Pamukkale travertenlerine gidiyoruz. Ben çok heyecanlıyım, alana girer girmez herkes heyecanlı. Hierapolis’i çok uzun gezemiyoruz ama antik tiyatro, antik havuz’a bayılıyoruz. Ardından Pamukkale travertenleri. Ben yine küçükken gezmiştim, aklımda kalandan çok daha büyük, çok daha beyaz, çok daha sessiz. Travertenlerden aşağı uzun, upuzun bir yolda yürüyoruz, fotoğraflar çekiyor, her adımda büyüleniyoruz.
Akşam 9’da otele döndüğümüzde hızla yemek yiyor ve odalara dağılıyoruz. Misler gibi uyuyor, güç topluyoruz. Pazar sabahı kahvaltı ardından, bu kez daha büyük bir heyecanla Salda’ya doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz yaklaşık 2 saat.
Salda olağanüstü! Şans eseri önce köye girip en sakin, en beyaz, en az insanlı koya doğru ilerliyoruz. Gidecek olursanız diğer alanları bırakın, buradan başlayın derim. Göl kenarına kadar ilerlerken kuma saplanıyoruz, gereken macerayı yaşıyor, arabayı kurtarıyor, Maldivler Cafe’de mola veriyoruz.
Salda’da mineraller nedeniyle kum bembeyaz ve sıcak değil. Ayaklarınız yanmıyor. Gölün girişinde 3-4 adım sonrasında bir 3-4 adım kadar beyaz çamur var, bileklerinize kadar batıyorsunuz, telaşlanmayın zira sonrası yine normal zemin.
Manzara, hava, sessizlik o kadar güzel ki buradan ayrılmak gerçekten çok zor. Bu yıl yaptığımız en iyi şey sanırım Salda’yı görmek oldu.
Kalbimizi Salda’da bırakıp lavantalara doğru yola koyulduk. Yolumuz yine yaklaşık 2 saat sürdü. Burdur gölünün kuzeyinden, hemen göl kıyısından ilerledik. Arada tarlalarda durduk elma, armut, kayısı, mor eriklere daldık. Öğleden sonra Keçiborlu Lavanta tarlalarına yetiştik.
Kuyucak köyü lavanta tarlaları ile harika bir iş başarmış, ancak henüz oturmamış. Tarlalar son derece etkileyici ancak yol boyu parça parça, minik minik tarlalar görüyorsunuz. Uzun upuzun, uçsuz bucaksız lavantalar hayal etmeyin.
Köy minik ve her yerde lavanta var. Ortada bir kahvede oturup lavantalı Türk kahvesi, lavanta çayı, lavantalı dondurma… ne varsa tadına baktık. Ben bu köyde yapılabilecek pek çok şey gördüm, son yıllarda yapılan tanıtıma göre bir parça geriden geldiği kanısındayım. Umarım önümüzdeki sene çok daha hazırlıklı olurlar çünkü gelecek çok parlak görünüyor.
Gün batımında bir saat kadar daha yol yapıp Eğirdir’e Eskiciler Konağı Nis Otel’e yetiştik. Akşam yemeğini adada yedik.
Pazartesi sabah kahvaltı ardında dönüş yoluna geçtik. Dönüşte Bursa üzerinden gitmeye karar verip yolda bizim köye uğrayıp aldığımız lavanta fidelerini diktik. Ardından hazır bu kadar gezmişken İznik eksik kalmasın dedik, çiniciler çarşısını gezdik. (Buraya ait fotoğraf koyamayacağım, hem telefonda yer kalmadı hem ben tükendim :))
Eve döndüğümüzde yorgun ama mutluyduk. Bu sıkıştırılmış program 3 gün değil, en az 1 haftadır yollardaymışız etkisi yarattı bizde.
Ve kalbimiz hala Salda’da…
Bir Cevap Yazın