Dil bilimi

Geçenlerde üniversiteden birkaç kız buluştuk, bolca kaynattık. Bir ara konu yaşlanırken beynimizi nasıl koruyacağımıza geldi.  İleri yaşlarda, güzel beynimizi genç tutup, korumak için farklı şekillerde çalıştırmalıymışız. “Bunu zaten biliyoruz ve yıllardır bulmacaları, sudokuları çözüyoruz” demeyin. Bulmaca çözmek iyidir ama eksik kalıyor. Beyni en iyi çalıştırma yöntemlerinden biri farklı bir dil, ya da müzik enstrümanı çalmayı öğrenmek.

Müzik kısmı bana göre değil. Hayatta yapamayacağımdan emin olduğum tek şey sanırım bir şey çalıp söylemek, ve evet bu konuda ailenin en beceriksiz kişisi de benim. Şarkı söylemeyi seviyorum ama bir şey çalamıyorum. Hemen her şeye yetişen motivasyonum müzik aletlerinde patlıyor, dağılıyor, yok oluyor.

Oysa dil öğrenmeye hevesim bitmiyor.

Liseyi Fransızca okudum, yıllarca conversation-redaktion-conjugaison emek verdim. Tatil köylerinde babamın “Hadi konuşsana yavrum!”larına utanarak boyun eğip animatörlerle sohbet ettim. Gel gör ki lisede ek ders olarak aldığımız haftada 2 saat İngilizce depar attı ve 1993 yılında Kaliforniya’da Au pair’lik deneyimimle Fransızcamı ezdi geçti. Au pairlik dönemi sonunda, yerime gelecek olan yeni arkadaş bize katılınca ve kendisi Fransız olunca, üstelik hiç İngilizce konuşamayınca aileye destek, kıza destek, arada çeviri, ülkeme dönme telaşı, “1 yıl da nasıl çabuk geçti be!” psikolojisi derken nasıl kafamın şiştiğini, gece rüyalarımda Türkçe-İngilizce-Fransızca sayıkladığımı çok iyi hatırlıyorum. Fransızcam, hele de yazmam yerlerde sürünüyor. Neyse ki geçen yıl Belçika ziyaretimizde çok da fena durumda olmadığımı gördüm, körelmiş olsam da hızla geri geldi konuşma yetisi.

Dediğim gibi ben yabancı dil öğrenme fikrine tıpkı spor aşkım gibi bayılıyorum. Üniversite son sınıfta bir havalar, İspanyolca kursuna yazılmıştım. Sanırım 2 kur bitirdim, çok da severek gidiyordum ama okul bitip Au pair olarak Amerika’ya gidince durdum. Orada bir mahalle okulu buldum, amcalarla-teyzelerle 1 ay kadar İspanyolca dersine takıldım ama yaşlı bir gruptu, “Gençlik elden gidiyor, gezelim öğrenelim” diye bıraktım. Aradan neredeyse 20 yıl geçti ve 2014 yılında ailece Barselona seyahati ayarladık.

Şehre ayak bastığımız anda kabak çiçeği gibi açılmaya başladım. Tanrım çat pat baya baya anlıyorum, basit cümleler kuruyorum. 1 haftanın sonunda El Born’da kaldığımız evin yakınındaki waffle-dondurma dükkanındakilerle, onun yanındaki Meksika restoranında çalışan Mojito uzmanlarıyla, temel bilgiyle ne kadar olursa o kadar, sohbet ediyorum. Ev halkı bana şaşkın gözlerle bakıyor, tabelaları okuyorum, yol soruyorum…. Harikaydı.

Tabi ki aslında konuşamıyorum, ama hala “İspanyolcayı 1 ay kalsam sökerim” havasındayım. Geçenlerde Almodovar’ın filmini seyretme kararı verdiğimizde yine bilirmiş havalarında dinledim hepsini. 🙂

2015 yılında Dodom Almanca okumaya başlayınca ben hemen telefonda uygulamaları kontrol edip Almanca için Duolingo’yu indirdim. Bu uygulamada hemen her dili çalışabiliyorsunuz, meraklıysanız deneyim derim. Daha pek çok uygulama var. Ancak sadece uygulamayla olması mümkün değil, kelime bilgisini artırmak için çok yardımcı olsalar da dil bilgisi için ek destek lazım.

Biraz aşırı şanslı bir insanım. Geçtiğimiz sonbaharda ofiste, haftada 2 gün öğle arası, toplam 3 saat Almanca dersine başladık. A1’deki 2 kuru bitirmek üzereyiz. Mücadelemiz büyük. Özellikle benim için yaş engeli olduğu kesin, kelimeleri aklımda tutmak için ekstra çaba harcıyorum. Koca koca insanlar, bir toplantı odasında, dakikada 4 kelimeyle kurduğumuz cümlelerin hızını, niteliğini, sayısını artırmaya çabalıyoruz. Şahane!

Almanca derslerinin pratiğini evde Dodoma ve arada bize uğrayan tüm okul arkadaşlarına işkence ederek yapıyorum. Çok yavaş ve takılarak konuşsam da, sürekli “Hallo, wie gehts?” gibi açılış cümleleriyle giriş yapsam da, her biri bana olabildiğince sabırlı davranıyor ama yine de ağır adımlarla odaya doğru (sakin sakin, geri geri, kafa sallayarak) yol alıyorlar. 🙂

Şunu belirtmek isterim: Almanca şu ana kadar duyduğum en zor dil. O kadar zor ki Almanların bile düzgün konuştuğundan şüpheleniyorum. Ofis derslerimizden bir arkadaş pek çok dil bilgisi kuralı için “Bak işte bunlar önümüzdeki 50 senede hep yok olacak!” dese de ben 50 sene beklemeden her yeni bilgiyi, tıpkı daha küçük bir çocukken, Fransızca öğrenirken olduğu gibi çok mantık aramadan, sorgulamadan bünyeme almaya, hafızama itelemeye, sindirmeye çalışıyorum.

Almancayı akıcı konuşmam asla mümkün olmayabilir ama okuduğumu anlasam, bir iki çift laf edebilsem, (İspanyolcama depar atsa hahaha!) ne güzel işte.

Bu arada Dodo seneye Norveç’e gidince bir de İskandinav dilleri merakı başlarsa bende diye ürküyorum. Dodom şimdiden başladı minik minik alıştırmalara. Bakalım önümüzdeki aylar neler getirecek…

Hiç fena olmaz, fazla dilden zarar gelmez ve zaten herhalde Almancayı söktükten sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir. 🙂

Ja, ich denke schon!

 

Dil bilimi’ için 4 yanıt

Add yours

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: