Az önce bloguma bir göz atayım derken ne fark ettim? 41 adet postum var. Geçen yıl bu zamanlarda, 2015 yılı yapılacaklar listeme bakarken, bakıp bakıp bir türlü cesaret edemediğim bu blog işine balıklama atlayışım geldi aklıma. Tam olarak ne yazacağımı bilemeden, öylece başladım ve işte gel gör ki 41 adet içerik var şimdi, dile kolay:)
Şimdi, benim kafa şöyle çalışıyor “Hımm, senede 52 hafta var, yıl sonuna kadar bastır Didem, 11 yazı daha tamamla bakiim, hadi göreyim seni!”
Haydaaa, neden? Deli miyim? Nereden çıktı şimdi yıllık blog içeriğini hafta sayısına falan denkleştirmek? Böyle bir zorunluluk mu var? Planlarımda vardı da, benim mi haberim yok? Neyin mantığı bu yaa? Zorla yazı mı yazılır?
Yazılır işte, bak nasıl da yazılır, bu yazı bitince kalacak 10 adet yazı, 2 ay içinde geceleri, alakasız saatlerde, ya da mesela seramikle uğraşırken, işin tam ortasında falan dürtecek beni bir şeyler, düşünülecek konular, alınacak notlar ve 2016 sonunda blogda yazı sayısı ta-mam-la-na-cak! o kadar!
Takıntılarım var benim. Geçen hafta Dodo’ya bir kazak örmeye başladım bu hafta bitecek o kazak. Neden? Başlarken öyle karar verdim, tamam mı? Vaktim yok benim, yünleri-şişleri öyle haftalarca dolaştıramam evin içinde. Havalar da soğudu işte, örelim-giyelim. 1 hafta, ona göre, cuma akşamı bitmiş olacak, bırak şimdi sırt ağrısını falan, hadi 4-5 sıra daha ör, söylenme.
Sizde de var mı bu tür takıntılar, yoksa ben mi çok anormalim? Yıllardır işten alışkanlık belki de, yapılacak işe termin koymadan başlayamıyorum desem yeridir. Tamam iş hayatında çok normal teslim tarihi ile çalışmak da, özel hayata da bu kadar hesap kitap eklemek, zorlamak ne demek?
Geçtiğimiz ay grip oldum, 2 hafta sürdü kortizon sağ olsun, dinlenmeye özen gösterip seramik çalışmalarına ara verdim. Dinlenme süresince vakit bollaşınca okunacak kitaplar sıralandı yatağın yanına (tabi onların da adedi, yaklaşık bitiş süresi hesaplı). Kendimi toparlayınca hemen daldım seramiğe ama yavaş ilerledim. Bu hafta başı bir parti ürünü sırlayıp fırınlamış olacaktım, hala tamamlayamadım. Yemin ediyorum eve bir gelseniz şaşırıp kalırsınız. Genelde derli toplu evet, ama salonda masanın üzerinde yeni çamur ürünler, sırlanacak bisküvi ürünler, fırçalar, su kaseleri, sırlar bir arada ve ben işten koşup yine harıl harıl uğraşıyorum. O fırın bu hafta bitmeden yanacak çünkü…
Elbette severek yapıyorum hepsini, mutluyum evet, ama ben de daha rahat duygular içinde, tabakhaneye yetiştirmeye çalışmadan devam etmek istiyorum hobilerime. Rahat olma, ama çok da rahat olmama takıntısı bu herhalde.
Seramiğin ilk aşamasında, çamurla oynarken kalmıyor bu duygu. Ne saniyeler, ne dakikalar kalıyor aklımda, o anlarda bitiyor termin dertleri. Akşam olmuş, ellerim çamur içinde aç mıyım? bilmiyorum, çocuklar aç mı? “Aa Dodom ısıtmış yemeği yaşasın, canım benim.”
Bir de yogada, ama tek bir hocada. Zorlansam da, canım da çıksa hiç saate bakmak, kaç dakika oldu? diye sormak aklıma gelmiyor.
Geçenlerde koymuştum buraya, Amin Maalouf’tan, “Zamanın iki yüzü var, dedi kendi kendine Hayyam, iki boyutu; uzunluğunu güneşin seyri belirliyor, kalınlığını ise tutkular.”
O yüzden insan sevdiği işlere girişince ya da aşık olunca kalınlaşıp duruyor zaman. Takıntılı olunca da, her şekilde bir teslim tarihi koyup sarmalıyor tutkunun bile çevresini demek. Tabi ya, ben çok aşık olduğum zamanlarda da başlardım kendi kendime “Aradı mı? Arayacak mı? Ne zaman Arayacak? Ben 3 gün daha beklerim o kadar” işte termin, Oh be!
Şaka maka bu takıntı konusu uzar gider sayın okuyucu, biz bugünlük kişisel performansı artırmaya yönelik, motivasyonu körükleyen bir güce, teslim tarihi takıntısına değindik kabaca.
Kaldı 10 post…
🙂
Faideli (=faydalı), yaratıcı takıntılarına bayılıyorum ben şahsen ;))) Ama sen yine de az biraz rahat ol :)))
inan çabalıyorum 🙂
Bana uyar! 11 değil 22 yazı da yazsanız keyifle okurum. Evet evet, bence dozu biraz artırıp haftada iki yazmalısınız 🙂 🙂 🙂
Çok teşekkür ederim, aslında planlı ilerlemiyorum ama hedefi tutturmak için biraz daha planlı ve sık yazmayı deneyeceğim.