Yeni döndük. Baharda, yaz tatili için ne yapabiliriz diye araştırırken uygun fiyata Milano uçak bileti bulmuştum. Her zaman olduğu gibi heyecanlandım, Kemal’i aradım, tarihleri bloke ettim, 15-25 Temmuz için biletleri aldım ve Kuzey İtalya’da neredeyse görülmedik yer bırakmamak üzere hazırlıklara başladım.
10 gece, hemen her gece başka bir yerde konaklama temalı, aşırı yoğun ve yürümeli tatil programını planlayıp rezervasyonları bitirdiğimde, yıllardır ilk kez, bu seyahat öncesinde bir kımkımlanma başladı. Sürekli kendimi “Ay bir aksilik çıkmasa da, rahat gidip gelsek. sorunsuz çıkabilsek yola…” derken buldum. Bu kadar gezmeye, harekete alışkın olan ben, neden bu kadar endişelendiğimi çözemedim. Çözmeye çalışmadan, son hafta sürekli kendimi telkin ettim. Yola çıkacağımız sabahın gecesinde Nice’de felaketler olunca sabaha kadar uyumadan haberleri takip ettim. Kızlara çaktırmadan Kemal’e olayları anlatarak yola koyulduk o sabah erken.
Uçuşumuz rahat geçti, araba kiralamıştık, aracı alana kadar yoğunlukta vakit kaybedip biraz sıkıldıktan sonra rahatça ilk durağımız Genova’ya gittik. Gün boyu yürüdük, dolaştık, yedik, içtik. Mutlu, mesut otele döndüğümüzde internete bağlanıp sosyal medyayı, haberleri gözden geçirirken köprünün kapandığını okuyunca “Kemal bir şeyler oluyor” dedim. Kızlar uyudu, biz telefonlara sarıldık. Sabaha kadar anlamaya çalıştık olan biteni. Sonrasında da 10 gece boyunca, gündüzleri gezip geceleri karı koca gizli takibimiz sürdürdük.
Bencilce olacak biliyorum ama iyi ki o sabah erkenden gitmişiz biz tatile. Çocuklara, özellikle de Lulu’ye kabus gibi bir hafta yaşatacaktık yoksa. Lulu’nun genel olarak endişeli bir yapısı var ve önceliklerim doğrultusunda, doğru zamanda, doğru yerde olduğumuza inanıyorum. Biz kızlarla sanki hiç dönmeyecekmişiz gibi doyasıya gezdik, güldük bu tatilde.
İşte artık evimizdeyiz. Doğal olarak İtalya gezisi için çok daha farklı enerjisi olan bir yazı yazmak isterdim ama tutuk hissediyorum. Ben bu blogda ilgilenen olursa bilgi vermek ve dahası Dodoma ve Lulume hatıraları yazılı depolamak için yazıyorum. Elimden geldiğince rotayı ve madde madde, özet bilgileri ileteceğim. Gitmek isteyen, sorusu olan olursa memnuniyetle tüm detayları veririm, bir ses verin yeter.
Rotamız şu şekildeydi: Milano-Genova-Portofino-Cinque Terre-Marina Di Massa-Pisa-Floransa-Bologna-Lido Degli Estensi-Venedik-Verona-Sirmione-Milano
Burada da hızla notlarımı ekliyorum:
Konaklama için toplam harcadığımız bedel 4 kişi için 1.400 Euro. Her şeyi booking.com’dan ayarladım, genel olarak çok memnun kaldık. Kaldığımız odalar çok merkeziydi ve konfor 4 kişi için oldukça yeterliydi. Bir tek Marina di Massa’da camping alanı farklı oldu. Beklentilerimizi kesinlikle karşıladı, çünkü amacımız yatacak yer bulmak, farklı deneyim yaşamak ve mutlaka Cinque Terre’yi görebilmekti. Mini evimize bayıldık ve sabaha karşı sıcaktan pişerek uyanacağımızı düşünerek uykuya daldık. Önce gece 00:00’da kapı sesine uyandım, baktım Dodo dışarı tuvalete gitmiş gelmiş. O anda hepimizin donmakta olduğunu fark ettim. Kamp alanı, sıcak, deniz kenarı, yaz ortası hikaye. Sabaha kadar takırdadık, mini bavulumuzda ne bulsak kat kat giyip birbirimize sokulduk. Ama harikaydı yine de, güzel hatırası kaldı.
Rotamızda her yer çok güzeldi. Ancak bizim oylamamıza göre mutlaka görmeniz gereken yerler Cinque Terre, Pisa, Floransa, Venedik, Verona. Her biri tamamen farklı. Ben araştırmalarım esnasında Pisa ve Verona’dan geçmek yeterli diye okudum hep ve konaklama ayarlamadım. Biz, yalnızca birkaç saat ayırabildiğimiz için pişman olduk. Özellikle Verona’nın huzur, ferah, refah, sanat, romantizm dolu, hem yeşil hem tarihi dokusuna bayıldık. Bir de Siena’ya inemedik, programı biraz sıkışık yapmışım, uğrayamadığımız yerler oldu.
Başta yazmıştım, araç kiraladık, benzine çok az para harcadık. Sanırım 1 depo benzinle gezdik her yeri. Ancak İtalya’da otopark acayip bir olay. Kaldığımız yerlerde ortalama günlük 20-25 Euro park parası ödedik.
Genova’dan Portofino’ya giderken araçla gitmek mümkün değil. Hem yol, hem park sorun dediler, biz de Santa Margherita’ya park ettik ve bir güzel gezdik. Portofino otobüsleri hep tıklım tıklımdı, gidip gelmek biraz yorucu oldu. Gidecek olursanız hafta sonuna denk getirmemeye çalışın.
Cinque Terre için La Spezia’ya park edip tren bileti almanız gerekiyor. Böylece tüm köyleri trenle ulaşıp yürüyerek dolaşabiliyorsunuz. Köyler arası yürüme yolları da var ancak hem bizim çok fazla vaktimiz yoktu hem bazı yollar kapalı.
Her yerde dondurma yemelisiniz, hepsi çok lezzetli.
Yemek konusunda bütçenizi zorlamak istemiyorsanız her seferinde restorana oturmayın derim. Özellikle Venedik’te çok masraflı oluyor. Arada dilim pizzalar gayet güzel iş görüyor. Sabahları ise hızla croissant, brioche, kahve fazlasıyla iş görüyor.
Venedik’te sakın iç bölgelere ilerlemeden, yalapşap gezeyim demeyin, üşenmeyin vakit ayırın. Alta Acqua adlı kitap dükkanını mutlaka bulun. Ben sabah erken bizimkiler uyurken gittim önce. Kasada beni karşılayan yaşlı bey tam bir “Italiano vero” idi, tanımanız “kur yapma sanatı” öğrenmeniz lazım. Bir de orta yaş, elinde sürekli alkol ve sigara, yalpalayarak dolaşan, buğulu sesli, film gibi konuşan (bence feci bitli) biri daha var içerde ve siz “Nasıl ayakta durabiliyor? Üzerimize devrilir mi? Yakar mı acaba dükkanı?” diye düşünürken, kendisi sorulan herhangi bir kitabı o kalabalıkta, o kargaşada zırt diye buluyor. San Marco’nun üst bölümlerine gidin ve gerçekten kaybolun sokaklarda. Murano o kadar değil ama Burano’ya mutlaka uğrayın, yazık olur oralara gitmişken görmemek.
Sirmione’de hiç düşünmeden atlayın göle, tertemiz tatlı suda yüzmek şahaneydi, bir de bana tuz yasak olduğu için büyük mutlulukla yüzdüm. Garda gölü deniz gibi ama mis gibi tatlı su 🙂
O kadar çok yürüdük ki benim bacaklarım son 3 gün bükülemez hale geldi, merdiven inip çıkarken hareketler odunlaştı, ama kısacık bir an, söylenmeye başladığımda, saniyeler içinde bacaklarımı severken, teşekkür ederken buldum kendimi. Ne kadar şanslıyız, gezip yürüyebiliyoruz.
Dünya hem çok küçük hem çok büyük, olabildiğince gezmek, görmek lazım. Farklı yaşamlar, farklı kültürler görmek insana kendi hayatını olumlu yönde sorgulama imkanı veriyor. Ne için yaşadığımızı, ne kadar mutluluk tattığımızı, neleri paylaştığımızı her gün düşünmeli, hatırlamalıyız. Kahkahalarımızı saymalı, sayısını artırmalıyız.
Nazım Hikmet’in dediği gibi “…yani, nasıl ve nerede olursak olalım, hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…”
Not: Elbette hızla yazmak istediğim için henüz fotoğraf makinesindeki fotoğraflarla ilgilenemedim. Cep telefonundakilerle derledim bu yazıyı. Ne yapayım, dayanamadım, ama instagramda da düzenli postlarım var merak ederseniz didemsenak hesabıma bakabilirsiniz.
Dido harikasın👏👏👏Bugün senin fotolardan güzergah çıkarmaya çalışıyordum☺akşama hatta arayıp yaa blog’a yazsana diyecekken hooop önüme geldi yazdıkların👍 Yeteneklerine bir de seyahat bloggerlığını da ekledin❤paylaşımcı insanlara bayılıyorummmm💋
Şebo geçmiş doğum günün kutlu olsun, ben yazamadım ama dondurmayla kutladım 🙂 detayları ne zaman istersen iletirim. Buluşalım, konuşalım 🙂
Didom,muhteşemsin !!!!! Yazılarını ve resimleri ilgiyle izliyorum.O hengamede burada olmamanız çok iyi olmuş.Biz de ucu ucuna kendimizi evlerimize attık. Gezecek,görecek çok şey ve yer var. Devam et canım. Sevgiler..
Çok teşekkür ederim ve çok çok öperim Güzinim 🙂